FATİH SULTAN MEHMET (I.BÖLÜM)

Kendini Bizans İmparatoru olarak ilan eden son kişi, Fatih Sultan Mehmet olarak tanıdığımız Osmanlı Padişahı II. Mehmet’tir. Kaiser-i Rum (Roma İmparatoru) ve ayrıca eski Yunancada Roma İmparatoru anlamına gelen Basileus unvanını da almıştır.

Herşeyden önce şunu ifade edeyim ki elimizde bulunan kaynak ve eserlerde konumuzla ilgili mahiyete olarak rastladığımız kayıtlar çok kifayetsizdir ve bunlar yalnız, Fatih'in şahsiyetini aydınlatmağa yetmemektedir. O halde, bu yoldan gidilerek Fatih'in, bir dereceye kadar olsun bizi tatmin edebilecek vasıfta bir tablosunu çizmeğe imkan yoktur. Bugüne kadar aynı kaynaklara dayanarak Osmanlı tarihi yazmış olan müellifler, Fatih'in şahsiyeti üzerinde fazla bir bilgi verememişler,hatta bazıları bu hususta söz söylemek cesaretini gösteremediklerini açıktan açığa itiraf etmişlerdir.
Burada Fatih Sultan Mehmed'in padişah olduktan sonraki icraatını birer birer sayacak değilim. Ne de İstanbul'un fethi fikrinin doğuş ve gelişmesini ve nihayet gerçekleşmesini takip edeceğiz. Bunların herbiri ayrı birer etüt konusu olabilir.
Fatih'in şehzadeliği zamanına ait bilgimiz maalesef çok azdır. Bunlardan rivayet kabilinden olanları, tabi olarak, bir tarafa bırakacağız. Sultan Mehmed'in 30 Mart 1432 tarihinde II. Sultan Murad'ın üçüncü oğlu olarak Edirne'de doğmuş bulunduğunu biliyoruz.
Hadice Halime Huma Hatun olan annesinin menşei etrafında ilim aleminde uzun tartışmalar yapılmış, bu arada birbirine zıd birtakım görüşler ortaya atılmıştır. Bu kadının Çandaroğlu İsfendiyar Bey'in bir torunu olduğu üzerinde ısrarla durulmuştur. Huma Hatun'un 1449 tarihinde öldüğünü, Bursa'daki mezar-taşı kitabesinden öğreniyoruz. Fakat, Şehzade Mehmed'in terbiyesinde annesinin bir rol oynayıp oynamadığı hakkında birşey bilmiyoruz.
Şehzade Mehmed doğduğu zaman babası Sultan Murad çok sevinmiş ve "bağ-i Murad'da gül-i Muhammedi açıldı" sözü ile bu sevincini zarif bir şekilde ifade etmiştir. Şehzadenin, ilk çocukluk yıllarını, o zamanki Osmanlı başkenti Edirne'de geçirmiş olduğunu bir kaç kayıtlı eserden biliyoruz. Gerçekten de şehzadeler, genel olarak onikinci yaşa girinceye kadar sarayda kalırlar ve ancak seri rüşt çağı sayılan bu yaşta sancağa çıkarlardı. Böyle bir gelenek mevcut olmakla beraber Şehzade Mehmed'in 1438(838) de, yani henüz altı yaşında iken ağabeyleri Ahmet ve Alaeddin Çelebilerle birlikte (sonra da 841 de) Amasya'ya ve 1440 da da
Manisa'ya gönderilmiş olduğuna dair kayıtlara rastlamaktayız. Fakat onun 1443 te Kasap-zade Mahmut Bey ve İbrahim Bey adlarında iki lalası yanına katılarak Manisa'ya yollandığını kesin olarak biliyoruz.
1451 Şubatından beri Osmanlı tahtında oturmakta olan II. Sultan Mehmet, elimizdeki kaynak ve eserlerde doğrudan doğruya onun şahsiyeti ile ilgili olarak rastladığımız kayıtlarda şöyle tasvir olunmaktadır :
Dış görünüş itibariyle Sultan Mehmet, orta boylu, vücudu oldukça nahif yapılı, fakat her iklimde sefer hayatının meşakkatlerine tahammül edebilecek derecede sağlam ve mukavemetli idi. Yüzünün ifadesi insana hem saygı ve hem de, belki daha fazla derecede, korku telkin ederdi. Çenesi öne doğru fazlaca çıkık, açık alınlı, geniş ve yüksekçe omuzlu idi. Rengi kumral, sakalı kırmızımtrak ve kıvırcık, boynu kısa ve kalındı. Hafifçe kavisli kaşları, muhteşem bir şahin-burnu vardı, İri, derin manalı,biraz da hülyalı gözleri, yüce fikirlere ve engin bir ruha sahip olduğunu ifşa ediyordu. Çok zeki, cömert, sakin, soğuk-kanlı, sonuna kadar sabr etmesini ve tam zamanı gelince harekete geçmesini bilen bir insandı. Son derece azimli, bükülmez iradeli, gözü-pek, hiçbir güçlük karşısında yılmaz,amacına ulaşmak için sırasında en aşırı derecede şiddet göstermekten kaçınmazdı. Kendisinden önce yaşamış olan Büyük İskender Caesar,Büyük Konstantin, Justini anus gibi en ünlü cihangirleri fütuhat ve şöhrette geçmek ihtirasını besliyordu. Askerlik ve yönetim işlerinde olağanüstü bir kabiliyet, derin bir anlayış sahibi bulunuyordu.
İşte Fatih Sultan Mehmed'in doğrudan doğruya şahsiyeti ve karakteri ile ilgili olarak doğu ve batı kaynaklarında söylenen şeyler, aşağı yukarı,bunlardan ibarettir. Görüldüğü gibi bunlar, onun vasıflarını kupkuru olarak ifade eden bir takım umumi sözlerin ilerisine varmamaktadır. Onun gaddar ve fevri yaradılışta, hiddete geldiği zaman gözü hiçbir şey görmez şark tipi bir hükümdar olduğunu söyleyenler de vardır.
Ve fakat hakikatte onun, devletin yüksek menfaatları bahis konusu olduğu zaman son derece haşin ve merhametsiz olduğunu görmekteyiz. Gerçekten de o, birbiri ardından taçlar ve tahtlar devirip devletini büyütürken hiçbir merhamet eseri göstermemiştir. Aynı zamanda, peşinde koştuğu emellere hareketleriyle engel olmak isteyen emektar Veziriazam Çandarlı Halil Paşa'yı, daha sonra da yine çok önemli bir devlet adamı ve asker olan Mahmut Paşa'yı, zamanı gelince, ortadan kaldırmakta asla tereddüt göstermemiştir.
Ve ayrıca,1451 Şubatında babasının vefatını haber alan Sultan Mehmet, hiç vakit kaybetmeden Edirne'ye koşuyor ve Osmanlı tahtına ikinci defa ve kesin olarak oturduğunda Sarayda yaptığı ilk icraat dikkate şayandır.
Evvela tamamiyle rakibsiz kalmak için henüz birkaç aylık küçük kardeşi Ahmed'i bertaraf ediyor; üvey anneleri olan Sırp despotunun kızı Mara ile İsfendiyar oğlu Mübarizüddin'in kızı Halime veya Fatma veya Saidbaht Hatunları, gerekli saygıyı esirgememeksizin, saraydan uzaklaştırı yor. Av, çalgı vesaire gibi eğlence ile ilgili ne varsa hepsini dağıtıyor.
Fatih Mehmet Hurfilikle bir ara yakınen ilgileniyor. Bu konuda ilerleyen bölümlerde Fatih Mehmet ve hurifilik konusu ayrıca işlenecektir.
Ayrıca bilinmelidir ki; Fatih II. Mehmet, on dokuz yaşında Edirne’de tahta çıktığı sırada, Johannes Gutenberg, Almanya’nın Mainz kentinde ilk matbaayı icat etmişti bile…
Hüseyin Rahmi Özgenel(Osmanlı Arşivleri Araştırmaları)
huseyinözgenel@gmail.com

Yorumlar

Popüler Yayınlar